ALINTI HİKÂYELER| CÜNEYT ÖZYER
Bahe Circis
- Manastırda Geçen Bi' Ömrün Hikâyesi


Biz geleceğiz Bahe... Geleceğiz.

Dışarı çıkıp son misafirleri de uğurladı. Sonra, kapıyı kapatmadan bir kez daha ruhunu çınlatan o sesi duydu...

“Biz geleceğiz oğul... Biz geleceğiz Bahe... Geleceğiz..."

Gözleri nasıl da annesini arıyordu. En çok gelmesini istediğini... Bir türlü gelmiyordu annesi, yoktu işte, gelmiyordu bir türlü. Oysa buna ihtimal bile vermemişti. Mutlaka geleceği düşüncesinden uzaklaşmayı çocukluğundan beri asla bir iç kabule dönüştürmeyen Bahe; umudunu bir sonraki misafirlere kapı açacağı zamana ertelerken, kendini hiç terketmeyen hüznünü, o koca kapıyı kapatışları sırasında kimbilir kaçıncı kez yeniden yaşıyordu.

İçeri girmeden önce, ellerini arkasına bağlayarak dönüp son bir kez daha gidenlerin arkasından baktı ve kapıyı kapadı. Yıllar önceki kapanıştan kalan ses halâ taptazeydi ve şöyle diyordu.

- Biz geleceğiz Bahe, geleceğiz oğul...

O saf kalbiyle -yetmiş yıldır yaptığı gibi- kapıya sırtını dönüp Manastırın avlusuna doğru ağır adımlarla yürüdü.

Her zaman birilerini bekler gibi uzaklara bakar duruşu ondandır Bahe’nin. Yüzündeki çizgiler ve sırtının kamburu, babası misali yıllarca yük çekmiş ömrünü özetleyen simgeler gibidir. Manastıra gelen misafirleri, başından hiç çıkarmadığı kasketinin altında, her zaman sevecen ama bir o kadar da umut ve sabır dolu bakışlarla karşılar Bahe. Uğurlarken, yüzüne onca yıldır gelmesini beklediği dört kişiden birini bile görememiş olmaya kırılmanın ve giderek tükenmenin mahzun ifadesi oturur. Her gideni aynı hüzünlü ifadeyle gönderir.

....

Yıl 1928... Vedia o gün de evde yalnızdı. Dayanılmaz sancılar arasında kendinden yeni bir parçayı dünyaya getirmenin acılı mutluluğunu yaşıyordu. Kendi kendine nur topu gibi bir oğlan doğurdu

Münire ile Behice kardeşlerine merak ve heyecan içinde baktılar. Hepsinin büyüğü İlyas, kardeşi erkek olduğu için daha bir keyifliydi. Kardeşlerinin sağlıklı olması ve ailece bir ömür boyu beraber yaşayabilmek için dua ettiler. Ağlayan bebek sesiyle birlikte evde bir sevinç rüzgarı esmişti.

Baba Hanna, tren istasyonunda hamallık yaparak evin geçimini sağlıyor, Vedia da dört çocuğun yükü yanı sıra avludaki tezgahta dokuma işleri ile uğraşıp kocasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Hanna, istasyonda işteydi. Bir yandan artık daha çok çalışmak zorunda olduğunu düşünüyor, bir yandan da merakla bebeğin kız mı erkek mi olduğunun haberini bekliyordu.

Yük altındaydı. Terliydi ve yorgun adımlarla yürüyordu. Kendine doğru koşarak gelen İlyas'ı uzaktan gördü. . Yükünü yere bırakıp doğruldu ve müjdeyi alınca oğluna sarıldı, öptü, öptü... Önce arkadaşına, sonra yüke, sonra tekrar arkadaşına baktı Hanna. Göz göze anlaştılar. İlyas’la beraber koşar adım eve giderken keyfine diyecek yoktu.

Bebeğe Circis adını verdiler. Sonra bir lakap taktı annesi... Bahe... Sonra köylüler Bahe'ye bir lakap daha ekledi. Mardin'de Süryanice bülbül anlamına gelen ve doğduğu köyün ismi olan “Binebil”. Circis artık “Bahe Binebil” olarak anılmaya başladı ve sevecen yüzüyle ailenin ilgi odağı oldu.

Vedia iki yaşına gelen Bahe’sini o gün -daha serin diye- avluda, kuyu başındaki erik ağacının gölgesinde uyutmuştu. Beşiğinin üstüne ince bir örtü örtüp, usul-usul su çektiği kovalarla eve girmişti.

Bir kaç dakika sonra, Bahe'nin çığlık çığlığa ağlayan sesiyle neye uğradığını şaşırdı. Avludaki horoz çocuğu hışımla gagalıyordu. Üç adımda yanına ulaşıp horozu uzaklaştırdı. Bahe'nin yüzü kan içinde kalmıştı.

Çok korkmuştu Bahe... Vedia, soluksuz ağlamaktan boğulacak gibi olan evladını kucağına alıp içeri geçti, yüzünü sildi, yaralarını temizledi. Hala iç geçirerek ağlayan oğlunu göğsüne bastırıp sallayarak sakinleştirmeye çalıştı. Ruhuna küçücük yüzünden daha derin yaralar almıştı.

Büyüdü Bahe… Çok ürkek ve çekingen bir çocuktu. Dört yaşına geldiğinde, davranışları ruhunda oluşan hasarı iyice belli eder olmuştu. Zihin ve beden olarak akranlarına göre epeyce geriydi. Korkaktı. Zor algılıyor, zor öğreniyor ve öğrendiklerini zar-zor yapıyordu ama herkes ona büyük bir şefkat gösteriyor, çok seviyordu.

Baba Hanna, son zamanlarda sık sık hastalanıyor, çalışamıyordu. Göğsü sıkışıyor, nefes darlığı çekiyordu. Nefessiz kalışlarını hafife alıyor, "hamalım ben, bana bir şey olmaz" diyor, girdikçe giriyordu ağır yükler altına... Çalışmazsa ne yer, ne içerdi bebeleri, nasıl geçinirdi aile!.. Son yükü çok geldi Hanna'ya. Yürüdükçe nefesi kesildi, göğüs ağrısından adım atamaz hale geldi. Gayret ettikçe yol uzadı, yük ağırlaştı sanki... İnat etti. Müşteriye yükünü teslim edip parasını alacak, eve eli boş gitmeyecekti. Teslim yerine elli adım kala, duvar dibine yığılıp kaldı. Öldü Hanna. Hanna yerine kara haber gitti evine.

Beş yaşındaki Bahe, babasız kalmanın ne olduğunu hiç bir zaman öğrenemeyecekti. O'nun tek sığınağı annesiydi zaten. Yetimler evinde hüzünlü bir yoksulluk vardı artık.

Vedia ailenin geçim yükünü tek başına kaldıramaz hale gelmişti. Çocuklar çalışacak yaşta değildi. Dul yaşamanın zorlukları da onu çok rahatsız eder olmuştu. Bir çözüm yolu arıyor, bulamıyordu.

Zamanla özel bakım ve ilgi gerektiren Bahe’nin yükü daha da ağırlaştı. Son günlerde Vedia'nın kafasında Suriye’ye baba ocağına gitme fikri uçuşmaya başlamıştı. Giderse bir de yaşlı anne babasına bakmanın yükünü alacaktı sırtına. İki ağabeyi savaşta ölmüş, iki gelin de baba evine gitmişti. Gitmese, hem orada yaşlılar, hem burada üç çocuk ve Bahe'yle kendisi sersefil olacaktı. Çalışan yok eden yok. Ama yine de ne varsa baba ocağında, topraktaydı. Vedia tek başınaydı.

Asıl zor olan Bahe’ydi. O gece kararını verdi. Bahe’yi bir süreliğine (en azından büyük oğlu İlyas ile toprağa emek verip biraz ferahlayana kadar) Deyrül Zafaran Manastırı'na bırakacaktı. Bir anne için ne zor karardı bu!.. Çocukları ayırmak ta çok zor olacaktı, zor.

Vedia hayatının en zor adımlarını Manastır'a doğru yürürken atıyordu. Bahe’yi bırakıp sonu bilinmez bir yolculuğa çıkacaklardı. Manastırın koca kapısı açıldı. Vedia, avlunun ortasına gelinceye kadar sıkı sıkıya tuttu oğlunun elini, hiç gevşetmedi... Bahe gezintiden mutluydu ama annesinin elini canını acıtacak kadar çok sıkmasına bir anlam veremiyordu. Altı yaşındaydı.

Behice, Münire ve İlyas'ta annelerinin yanında gözleri dolu-dolu ayrılığın kahredici hüznünü yaşıyorlardı. Vedia göz yaşlarını görmemesi için Bahe'nin gözlerine bakmıyordu. Defalarca sarılıp yanağını öptü. Ellerini yara izli yüzünde gezirdi. Ağlamamak için dudaklarını ısıra-ısıra süzdü yüzünü. Algıları üç yaşındaki çocuk kadar olsa bile, nasıl olacaktı ki ona hissettirmeden ayrılmak!.. Olmadı işte. Bahe annesi ve ablalarının her zamankinden farklı davranmalarınn bir nedeni olduğunu düşünüyor ama ne olduğunu kestiremiyordu.

Münire ve Behice'de kardeşlerine sarıldı, ona defalarca baktılar, defalarca öptüler. Hiç kimseye hiç bir kötülüğü olmamış Bahe’nin suçu neydi ki!.. Dönüp "niye anne, o da gelse ne olur bizimle... Niye bırakıyoruz burada, niye!.." diyen gözlerle Vedia'ya baktılar. Annelerinin kararını anlayamıyor ve bu ayrılığı bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. İlyas biraz daha anlar gibiydi. Bahe'ye arkasını dönüp tutamadığı göz yaşlarını gömleğinin koluyla sildi.

Vedia çocuklarını yanına topladı. Çömelerek hep birlikte Bahe'ye sarıldılar.

Münire "Biz geleceğiz Bahe" dedi. Tekrar, tekrar "Bahe, geleceğiz biz."

Bahe hüznünün içinde boğulacak gibi oldu. Annesinden öğrendiği yarım yamalak Arapçayla "çabuk gelin ama beni yalnız bırakmayın, gelin, ben ne yapacağım burada" diyerek ablalarına sarıldı.

Vedia, İlyas, Münire ve Behice arkalarına baka-baka kapıya doğru giderken Bahe olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Sessizce bekledi. Annesi kapıya elini attığında bir ok gibi fırlayıp koşarak yanlarına geldi. Eteklerine sarılacak, annesini bırakmayacaktı. Annesi ile İlyas yarı aralık kapıdan çıkmıştılar oysa... Annesi o kapıdan çıktıysa yapacak hiç bir şey yoktu artık. Ablalarıyla son defa bakıştılar. Şimdi terkedildiğini anlıyor ve ağlıyordu Bahe.

Münire bağırarak; "Bahe biz geleceğiz, geleceğiz, yemin olsun Bahe!" dedi. Onlar da çıktılar.

Manastırdakilerin elleri Bahe’nin omzunda, dev kapının son açıklığına başını sokup elleriyle kapanışını durduracakmış gibi tutarak ve gidenlerin ardından yüreğinin derinlerinde yalnızlığın dayanılmaz acısını hissederek son kez baktı. O ses kulağında çınlıyordu... "Biz geleceğiz Bahe".

Manastırın kapısı kapandı.

Kapanan kapı parçaladığı aileye iki ayrı yol göstermişti. Vedia ve çocuklar ağlayarak baba ocağına giden yolda uzaklaştı ve gözden kayboldular. Kalpler beraber olsa da mesafe, Bahe'nin bütün sevdiklerini çok uzaklara atmıştı.

Manastır çalışanları onu kalplerine bastı, sahiplendiler. Günler, aylar, yıllar Bahe için çok yavaş olsa da gelip geçiyordu. Verilen her işi yapıyor, hiç kimseye karşı çıkmıyor, kimseyi üzmüyor kırmıyordu. Yalnızlığını kalbine gömmüştü. Yaşamı boyunca gördüğü sevgiye hep o sevecen tebessümü ile karşılık verdi. Kapıya gelene ilk önce o koştu. Kulaklarında "biz geleceğiz" sesi ve kalbinde bitmeyen bir umutla bekledi. Kapıyı hep o umutlu heyecanla açtı. Uzaktaki karartılara yaklaştıkça bekledikleri olacak umuduyla baktı ve her seferinde "bundan sonrakiler onlar olacak, gelecekler biliyorum, söz verdiler gelecekler" diyerek kapattı.

Zaman geçti. Bahe'nin cüssesi büyüdü ama ruhu hep çocuk kaldı. Belki de Bahe, gerçekten tertemiz insan ruhu nasıl olur, onun örneği idi. Hatta simgeydi. Bayramlarda Mardin’i ziyaret etmek, evlere gitmek, insanlardan hediyeler almak, onun çocuk ruhuna olağanüstü güzellikte zamanlar yaşatıyordu. Yüzündeki hüzüünlu durgunluktan eser kalmıyor, bambaşka bir Bahe oluyordu. Aldığı hediyeleri hiç bir zaman manastıra götürmedi, hep güvendiklerine emanet etti. Dönüp dönüp "kaybolmaz değil mi" diye sormayı hiç ihmal etmedi. Ve hiç bir zaman gidip emanetini sormadı.

1928 yılında başlayan yaşamı, manastıra bırakıldığı andan itibaren, bir gün o koca kapıdan annesi, Münire, İlyas ve Behice gelecek diye umutla bekleyerek geçti. İlk zamanlardaki heyecanı dingin bir alışkanlığa dönüşse de kapının her açılışında yüzündeki sevecen gülümseme ve kapanışında hüzünlü kabulleniş hiç değişmeden sürüp gitti.

O gün kapıyı açtığında gözlerine inanamadı. Donup kaldı öylece... Neden sonra kendine geldi. İlyas, Münire ve Behice'yi karşısındaydı işte. Vedia yoktu. Annesini sordu. Ses çıkmadı kardeşlerinden. Sonra İlyas annelerinin bir melek olup uçarak babasının yanına gittğini anlattı Bahe'ye. Sarıldı ağlaştılar. O gece manastırda misafir oldu ertesi gün ayrıldılar.

Bahe artık annesini göremeyeceğini anlayınca, yalnızlık hissi daha da arttı, çöktü üstüne. Çalışmaya verdi kendini. Manastırdaki yaşama iyice alışmıştı. Diğer çalışanlar onu manastırın simge taşlarından biri gibi görüyordu. Ya da bu manastırın bütün kemerlerindeki kilit taşı oydu. Öyle ki; Bahe amcaları bir gün manastırdan gider veya ölürse, sadece bir taş eksilmekle kalmaz, çökerdi orası.

Çok zaman sonra kapıda sadece iki ablası vardı. Ağabeyi İlyas da göçüp gitmişti.

Bir gün yalnız Münire geldi. Yaşlanmış, iyice çökmüştü. "Artık sadece ikimiz kaldık Bahe" dedi. Verdiği sözü hep tuttu Münire. Elden ayaktan düşene kadar, fırsat buldukca geldi.

76 yaşındaki Bahe'nin ömrü manastırda geçmişti. Hiç kimseyi kırmadan, üzmeden geçen yetmiş koca yıl... "Biz geleceğiz Bahe" sesi kulaklarında hala çınlıyor olsa da son yıllardaki hüznünün nedeni, artık gelecek kimsesinin olmamasıydı.

Bahe, Mardin ve Deyrulzafaran Manastırı ile özdeşleşmesinden öte; tertmiz bir yürekle beklentisiz yaşamanın timsali olmuş, hikâyesi ile anılması gereken bir insanlık değeriydi.

Bir Süryani manastırında yetmiş yıl kalmasına rağmen Bahe asla Süryanice konuşmadı. Sadece annesinden öğrendiği Arapça... O da en fazla yüz kelimeyle...

Kayıtlarda geçen adıyla Circis Kaplan'ın (Bahe Binebil) kalbi 2014 yılında durduğunda, Manastırın en ışıklı taşı, daha doğrusu "ışıktan taşı" eksilmişti.

Selam sana Circis ve güle-güle.
Yolunda yıldızlarla...

Biz de geleceğiz Bahe.

Derlenip Düzenlenmiş Metin:
Cüneyt Özyer
Alıntı Hikâyeler
Aralık 2020, Çayyolu-Ankara



< ÖNCEKİ | KURUCUYA DÖN | SONRAKİ >



Bİ' DAVET YAPIN




Temas

Görsel İletişim Tasarımı, Pazarlama İletişimi, Siyasal İletişim, Markalaştırma, Yaratıcı Yazarlık alanlarında elli yıllık deneyime sahip Üstat Cüneyt Özyer'den bir konferans almayı veya bir etkinliğinize katılmasını düşünürseniz aşağıdaki formu doldurup gönder butonuna dokunmanız yeterli. Size çok kısa sürede cevap verecektir.



Gidiyor...
Mesajınızı aldık. Teşekkür ederiz. Size en geç iki iş günü içinde cevap vereceğiz.

Bize aşağıdaki telefon veya e-posta adresimizden de ulaşabilirisiniz. Bi' kahve içmeye her zaman bekleriz.

Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi,
Başkent Güvengir Küme Evleri
2908. Sokak No: 30
Çayyolu - Ankara / Türkiye

Gsm: 0 (532) 332 37 80
e-posta: info@grafikevi.com.tr